Friday, October 12, 2007

Attila İlhan

Aysel Git Başımdan

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
Hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim


Islığımı denesen hemen düşürürsün,
Gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
Ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
Sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.


Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
Uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
Ölümüm birden olacak seziyorum,
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...

Attila İlhan


Ne diyordu şarkı; "Geç buldum, çabuk kaybettim."

İki yıl, evet dün tam iki yıl geride kaldı aramızdan ayrılalı. Ruhun şad olsun büyük insan.

Sunday, October 7, 2007

Göz Kuruluğu


Bir süredir boğuştuğum, özellikle bilgisayar kullanmak başta olmak üzere, okumak, haliyle yazmak ve televizyon/sinema izlemeyi işkence haline getiren ama tatile çıkmama da vesile olan bir garip hastalık.


Temel sebeplerinden birinin, uzun süre bilgisayar ekranı karşısında kalmak olduğunu söylüyor uzmanlar. Dikkatimizi ekrana verdiğimiz sürece, -karşımızdaki neseneye olan ilgimize bağlı olarak- göz kırpma aralığının uzaması ve dolayısıyla da gözün bundan olumsuz etkilenmesi en sık karşılaşılan durumların başında geliyormuş.


Bendeki belirtiler, gözlerde batma, sürekli gözüme toz kaçmış hissi ve en sonunda da herhangi birşey okuyamayacak kadar ağrı/acı şeklindeydi. Bir süredir tedavim devam etmekte, sıkıntılarım azalmakla birlikte zaman zaman artış göstermekte. Özellikle bilgisayar ekranı karşısında fazla vakit geçirdiğim durumlarda şikayetlerimin arttığını rahatça söyleyebilirim.


Eğer buna benzer sıkıntı veya şikayetleriniz var ise zaman geçirmeden konusunda uzman bir göz hekimine görünmenizi tavsiye ederim. Sorun küçükken ihmal ederseniz, ileride gözleriniz mutlaka sizi doktora gitmek zorunda bırakacaktır.


Ek olarak, konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için www.gozkurulugu.com sitesine de göz atabilirsiniz.


Sağlıklı Günler...

Kabak Koyu ve Gemile Camping

Bu sene (2007) bahar aylarıydı. Yine yoğun bir bilgisayar mesaisi enerjimi tüketmiş, uzun kışın ardından yeni yeni ışıldayarak kur yapan güneşin de etkisiyle tatil vaktinin yaklaştığı, yeşil ve sonsuz mavinin beni kucakladığı hayallerine dalmış giderken, Ekşisözlük'teki başlıklardan biri ilgimi çekti. "Kabak Koyu". Muhtemelen yine öylesine açılmış bir başlık olduğunu düşünerek okumadım bile. Öylece geçip gittim. Birkaç hafta sonra nedendir bilinmez, aniden Ekşisözlük'ü açıp Kabak Koyu hakkında girilmiş tüm yorum/bilgileri okudum. İşte buydu! Bu yıl en azından tatilimin bir kısmını geçireceğim yeri bulmuştum. Hemen ulaşabildiğim tüm kaynakları tarayıp detaylı bir ön hazırlık yaptım. Bekle beni Kabak, geliyorummm!

Kabak beni bekliyordu da, ben bir türlü gidemiyordum. Hatta tatil yapma planlarım bile iptal olmuştu. Vee beklenen mucize ayların en güzeli, on bir ayın sultanı Eylül ile birlikte geliyordu. Gözlerimde ortaya çıkan "göz kuruluğu" adlı bir hastalık nedeniyle, bir süre ekranlara veda etmem gerekiyordu (tabii ki bilgisayar ekranlarına). Durumdan ders çıkarmak gerekiyordu ve buradaki mesaj gayet açıktı; "Tatile git!"

İlahi Adalete karşı mı gelecektim? O anda başladım tatil rotasını çizmeye, acılı gözlerime rağmen. Otobüs bileti ayarlandı, Kabak Koyu'ndaki Gemile Camping ile konuşulup adres, yol, vs. bilgileri alındı. (Gemile Camping'i seçmemin sebebi, Ekşisözlük yazarı bazı arkadaşların üzerine basa basa bu kampı tavsiye etmesi ve denize en yakın kamp olarak bahsinin geçmesi olduğunu hemen belirteyim.) Eylül ortasını biraz geçe, -bence en güzel tatil zamanı- sırt çantam ve çadırımla beraber Fethiye yollarındaydım.

Şehirlerarası yolcu otobüsleri, yolcularını Fethiye'de yeni otogarda bırakıyorlar. (Varan ve Ulusoy ise kendi terminallerinde.) Kabak minibüsleriyse eski otogardan kalkıyor. Otobüsten indiğiniz zaman firmanızın servisi sizi eski garaja bırakacaktır. (En azından Kamil Koç bırakıyor.) Yanlış bilmiyorsam yaz dönemi Ekim ayı başına kadar sürüyor ve yaz dönemi Kabak minibüs kalkış saatleri şu şekilde; 07 - 09 - 11 - 16 - 18. Yolculuk bir saate yakın sürüyor. Minibüsler Ölüdeniz ve Hisarönü'ne uğradıktan sonra, Faralya ve Kabak noktasına kadar devam ediyorlar. Özellikle Ölüdeniz'den sonra yol o kadar güzel bir hal alıyor ki, mutlaka görmek lazım. Bir tarafınız orman, diğer taraf oldukça sert uçurumlar ve eşsiz deniz manzarası. (İyi bir motorla mutlaka geçmek gerekli.)

Bu arada Fethiye, özellikle Ölüdeniz ve çevresi adeta kurtarılmış bir İngiliz bölgesi gibi. Türk'ten çok İngiliz görmeniz ve kolay kolay tek bir Türkçe tabelaya rastlayamamanız sizi şaşırtmasın. Fethiye hala Türkiye'ye bağlı -en azından resmi olarak-.

Son durakta minibüsten indikten sonra sizi, hava sıcaklığı, fizik kondisyonunuz ve sırtınızdaki yüke göre değişkenlik gösterebilecek ama her koşulda biraz zorlayıcı olabilecek bir yolculuk bekliyor. Orman arasından, kırmızı işaretli taşları izleyip, çarpı işaretli taşların oldukları yerlere sapmadan inebildiğiniz kadar aşağıya, kampların ayrımlarını gösteren tabelalara kadar yürümeniz gerkiyor. Bu yürüyüş esnasında, yanınızda su bulundurmanız şiddetle tavsiye olunur. Ardından, eğer gücünüz var ise gidip sahile bir göz atabilirsiniz ya da bir an önce soluklanıp dinlenmek için kampınıza koşabilirsiniz.

Minibüste iken yol boyunca sizi nelerin beklediğini görüp ağzınızın suyu akmaya başlıyor. Muhteşem bir manzara, huzur, sükunet ve deniz. Gerçi son durakta inip yürümeye başladıkça, sıcağın da etkisiyle biraz dellenmek ihtimal dahilinde ama aşağıda sizi bekleyen olası güzellikleri düşününce tekrar insanın yüzünde sırıtış yerini alıyor.

Gemile Camping'i gösteren okları takip ederek, kampa vardım. Terden tek bir kuru yeri kalmamış ve sırtında yaklaşık 20 Kg. yükü olan biri olarak kampa girişim görülmeye değerdi sanırım. İşte tam bu noktada yavaş yavaş anlamaya başlayacaktım ki, herkesin fikirleri farklı olabiliyor ve yazdıkları sadece kendini bağlıyordu. Boynuma çiçekler asan kızlar beklemiyordum ama en azından çadır yeri sorduğumda daha ilgili davranacaklarını umuyordum. Yol yorgunluğu ve ilk günün sersemliği ile onlanlara çok fazla aldırış etmeden çadırımı kurup, kampa yerleştim. Öncelikle, kampın konumu gayet güzel. Denize en yakın olanı değil ama yine de tercih edilebilir uzaklıkta. Keyif çatabileceğiniz hamakları, manzarayı seyrederek düşlere dalabileceğiniz bir seyir terası, ağaç evleri ve çadırlarıyla göze hoş gelen bir kamp olduğunu da belirtip, kediler, tavular, ördekler ve özellikle de sincaplardan bahsetmessem haksızlık etmiş olurum doğrusu.

İlk gün yorgunluktan denize bile gitmeyip birkaç saat hamakta uyudum/dinlendim. Özellikle kampa tatile gelmiş arkadaşlarla uzun uzun muhabbetler edip günü noktaladım. Kampa birkaç gün önce gelmiş Gökhan ile akşamdan sözleştiğimiz gibi sabah sekiz buçukta denize doğru yola koyulduk. (Gerçi diğer arkadaşlarımız da sabah denize gelmek için söz vermilşlerdi ama bir önceki gün tepedeki şelaleye gitmiş olmanın yorgunluğu ile uyumaya devam ediyorlardı, şelalenin tek yoramadığı Gökhan ve İstanbul yorgunu ben denize gidiyorduk.) İtiraf etmeliyim ki, denize olan sevgim ve hayranlığım çok büyüktür. Dolayısıyla yüzeceğim denizden çok fazla beklentim vardır. Kabak Koyu'nu tercih etmemdeki en önemli sebeplerden biri de buydu. Fethiye koyları ve civarının denizini daha evvelki yıllardan bildiğim için muhteşem bir denizin beni beklediğinden kuşkum yoktu. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Deniz, o saatte bile ılık, bulanık ve kayalık bölgelerin dışında deniz altı yaşamı yok denecek kadar kısırdı. Vasat bir kum zeminden başka - tabii bulanık olmadığı zaman - görebileceğiniz fazlaca birşey yok neyazık ki. Fakat denizin bir anının başka bir anını tutmadığını, rüzgara, dalgaya, vs. ye göre denizin her an değişebileceğini bildiğim için, "bu sabah kısmet buymuş" diyerek biraz yüzüp kahvaltı için kampa geri döndük.

Kampta en çok keyif aldığım, benim gibi tatile gelmiş olan arkadaşlarla yaptığımız muhabbetler ve keyifli eğlencelerdi. Özellikle Gökhan, Ayşe, Can ve Atlantis'ten Gelen Adam'ın (zira, aramızdan diğer koya yüzerek gitme cesaretini sadece o gösterdi) arkadaşlıkları ve ilgileri için kendilerine çok minnettar olduğumu söylemek istiyorum. Hepsi çok samimi ve candan insanlardı. Umarım başka bir zaman başka bir yerde yine beraber olma fırsatını yakalarız.

Akşam üzeri yeniden denize gittiğimizde, değişen fazla birşey olmadığını ve denizin gerçekten kısır olduğunu tekrar görmüş oldum. O anda tatilimin en önemli parçasının deniz olduğunu hatırlayarak, Kabak Koyu'ndan yavaş yavaş ayrılmam gerektiğini düşünmeye başladım. Aslında birkaç gün daha kalmaya niyetliydim, özellikle arkadaşlarla daha fazla vakit geçirmek gerçekten hoş olacaktı. Ancak, onlar bir iki güne kadar geri döneceklerdi ve daha da önemlisi, sıcak bir ortam olduğunu umarak gittiğim kampta, kamp işletmecisinin anlamsız itici tavırları gitme vaktini öne almama neden oldu.

Gemile Camping, biraz önce bahsettiğim gibi güzel hazırlanmış ama kötü yönetilen bir işletme. Ekşisözlük'te, kampın sahibi Selçuk Gülyüz'ün sıcaklığından, rahatlığından, müşterileriyle adeta arkadaş olmasından vs. dem vuruluyordu. Özellikle, kampta gecelerin kamp ateşi etrafında sohbetler edilerek, bu sohbetlere Selçuk Bey'in perküsyon çalarak eşlik ettiği, eşsiz lezzette yemekler sunulduğu, hatta ekmeklerin bile kuzine sobadaki fırında kendileri tarafından yapıldığı gibi insanın içini ısıtan, kaybettiklerini hatırlatan tanımlamalar yapılıyordu. Ben ise orada bulunduğum süre içerisinde gözlemlediklerimi/yaşadıklarımı anlatacağım.

Herşeyden önce, tek başına bir yetişkin erkek olarak kampa gittiğinizde size pek sıcak bakılmadığı bir gerçek. Ancak tek başına giden bir hanımsanız, herşey bambaşka bir hale bürünüyor. Eğer, Selçuk Bey'in yaptıklarına hayranlığınızı ifade etmezseniz (benim gibi bahçe içinde ve doğayla başbaşa bir evde yaşayan biri olarak, tavuk, kedi vs. gördüğünüzde - normal olarak - sevinç çığlıkları atmıyor, ne muhteşem bir fikir olduğunu dile getirmiyorsanız), sadece güleryüzlü, yardımsever ve kafa dinlemeye gelmiş ve tek başına bir erkek iseniz yeriniz kesinlikle bu kamp olmamalı. Evet yemekler güzeldi, Ercan'ın ellerine sağlık. Ama ekmekler küzine sobadan değil, Hisarönünde'ki fırından iki gün önce alınmış pidelerdi. Akşamları ateş başında kampın misafirleri kendi aralarında bir grup oluşturup eğlenmeye çalışıyorlarken, Kampın sahibi ve seçkin arkadaşları ya projeksiyondan Pink Floyd konser DVD'si ya da bir sanat filmi izliyor olabiliyorlar. Yirmi metre kare yerde iki grup, bir kısmı ateş başında, dolunay manzarası eşliğinde dinlenmeye, gevşemeye, keyifli sohbetler etmeye çalışıyorlar, diğer tarafta seçkinler bilmem kaça kaç çözünürlükteki perdede DVD izliyorlar. Tuhaf!

Son akşam, kamptan ayrılacağımı söylemek için Selçuk Bey'in yanına gittim. Konuşuyoruz. Kabak Koyu'nun güzel bir yer olduğunu, kendi tesislerinin de güzel yapılmış olduğunu ama denizden memnun kalmadığımı, dolayısıyla tatilimin geri kalanını başka bir yerde geçireceğimi söylediğimde, anlamsız bir tepki ile adeta dumura uğradım. Kamp işletmecisi bu zat, nefesi yettiğince haykırarak, "ya sen denizden anlamıyorsun ya da ben, ben denizime laf söyletmem" diyerek kükremeye başladı. Birkaç saniye sonra şaşkınlığımı atıp, tatilde olmanın sakinliği ile - aynı şey tatil dışında bir yerde, örneğin şehirde olsaydı ikimiz için de pek hayırlı olmazdı sanırım - kendisine herkesin aynı beğeniye sahip olamayacağını, onun beğendiği birşeyi benim beğenmek zorunda olmadığımı, anlamsız tepkiler verdiğini anlattım. Tabii ne kadarını anladı bilmiyorum ama konuşmamızın sonunda bu kampı tercih etme sebeplerimi anlattığımda bana, oraya gelen herkesin müşterisi olduğunu, dolayısıyla hepsine müşteri gözüyle baktığını ve onun için, ona bırakacakları paradan ibaret olduklarını söyledikten sonra daha fazla lafı uzatmaya gerek bile duymadım. Zira, tartıştığım kişiye bakıp, nefesime yazık ettiğimin farkına vardım. Diyeceğim odur ki, kimse "Selçuk söyle arkadaş canlısı", "böyle ilgili" vs. diye ne bizi ne de kendini kandırmasın. Şahsın kendi sözleri nasıl bir zihin yapısına sahip olduğunu açıkca göstermekte.

Peki ben ne yaptım, akşamdan hesabımı kapatıp, sabah gidebileceğim ilk minibüs ile tatilime yeni bir sayfa açmak için Kaş'a doğru yola koyuldum. Zira, hala tatildeydim ve önemsiz polemiklerle kendimi germeyecek kadar hayata konsantreydim.

Sonuç olarak, Kabak Koyu'na bir daha gider miyim? Yalnız olarak kesinlikle gitmem. En az üç beş kişilik arkadaş grubuyla ise seve seve giderim. Aslında tatilde mekan çok önemlidir ama onun yanı sıra kiminle/kimlerle tatile gittiğiniz de çok önemlidir. Dolayısıyla, eğlenceli bir grupla yine bir gün Kabak' a gideceğim. Ama kalacağım yer asla ve asla Gemile Camping olmayacak.

Kamil Koç

Havayolu şirketlerinin, uçak bileti fiyatlarını oldukça ulaşılabilir seviyelere çekmelerine rağmen, yoğun olarak şehirlerarası yolcu otobüsü firmalarını seyahatlerimizde kullanmaya devam ediyoruz.

Daha evvelki yıllarda, hepimizin bildiği üzere, kaliteli hizmet veren iki adet şehirlerarası yolcu taşımacılığı yapan firma vardı. Sınıflandırma yaparken, Varan, Ulusoy ve diğerleri olarak tanımlardık çoğu zaman.

2000'li yılların başlarından itibaren, daha önceleri çok olumlu referansları olmayan, genellikle "kelle koltuk turizm" firmaları arasına dahil ettiğimiz Kamil Koç' ta yönetim değişikliği yaşandı. Hanımların yönetimde söz sahibi ve karar mekanizmalarında yetkili konuma gelmeleriyle, firma baştan aşağıya kurumsallaşma yolunda bir değişime başladı.

O tarihten bu yana tüm karayolu seyahatlerimde Kamil Koç firmasını kullanmaya başladım. Genel olarak, çok fazla olumlu gelişme yaşandığı ortada. Ancak, yine de bazı eskiden kalma kötü alışkanlıklar ve kolay kolay değiştirilemeyen ciddi sorunlar yaşandığı da bir gerçek. Bu sorunların en temel sebebi, tüm araçların firmaya ait olmaması. Dolayısıyla, araç firma yerine özel bir kişiye ya da şoföre ait olduğunda tamamen şansınıza güvenmek durumunda kalabiliyorsunuz. Örneğin, 2004 yılında Bandırma'dan gece saat 1 civarında bindiğim İstanbul otobüsünde yolculardan birinin valizi ile ilgili itirazında, şoför ve muavinin yolcuyu tartaklamaya çalışmalarıydı. Bu tip sorunların bir an önce ortadan kaldırılabilmesi için, daha yaptırım gücü yüksek sözleşmeler yapılması ve personel eğitimine de daha fazla önem verilmesi gerektiği açıkça görülmekte.

Sonuç olarak, karayollarında otobüs ile seyahat edeceğim zaman, Varan ve Ulusoy'a uçak bileti fiyatı (bazı hatlarda daha da pahalı olabiliyorlar maalesef) ödemek yerine, internet üzerinden Kamil Koç'tan gideceğim yere en rahat ulaşmamı sağlayacak otobüsü tercih edip (2 ssat geç gitmek pahasına O403 yerine bir sonraki seferdeki MAN Fortuna'ya bilet almak gibi), biraz da şansıma güvenip yolculuk yapmaya devam edeceğim.

Not : Yine de seyahatlerimde ilk tercihim havayolunu kullanmak, otobüs yolculuğu, dünyanın en iyi firması ve otobüsüyle yapılsa dahi, belirli bir mesafenin üzerinde eziyete dönüşüyör ne yazik ki... - en azından benim için -